Bu yeni sayfamızda Erzurum yöremize ait
efsanelere yer verecegiz.
Beğeniyle okuyacağınıza eminim.Saygılarımla.
Selçuk DEĞİRMENCİ
DİRİLEN EVLİYAULLAH VE
HABİB BABA
Gürcü Kapı Camii'nin
imamı bir gün sabah namazım kıldırmak için camiye geldiğinde, giysileri eski
püskü, biraz da pasaklı bir adamın cami avlusunda ölmüş olduğunu görür.
Hoca Efendi be adam ölecek başka yer bulamadın mı diye içinden geçirir. Hani
derler ya fakirin ölüşü de soğuktur. İmam Efendiye de cemaate de eziyet
olacaktır. Caminin cemaati Allah Rızasını düşünerek aralarında para toplar,
defin için gerekli cenaze harcını hazırlarlar. Hoca efendi cenazeyi yıkarken, el
ayak tırnaklarının da uzun olduğunu görünce “ne musibet, ne pis adamsın” diyerek
içinden söylenir durur. Tam kefenleyeceği sırada ölü dirilip, teneşirde oturunca
Hoca irkilir, cenaze üstüne üstüne konuştuğu hocaya dönerek:
Ey Allah'ın kulu! Ben acaba
içimi temizleyebildim mi ki sen dışımda temizlik arıyorsun! Ben burada ölmem,
gider Bağdat'ta ölürüm. Diye çıkış yaptıktan sonra kalkıp kefeni üzerine sararak
koşmaya başlamış.
Bu olay karşısında, cemaat, çarşı pazar, esnaf halk birbirine girmiş. Adam
yıldırım gibi koşmakta önüne çıkanı devirmektedir. Caminin imamı bu garip
olaydan bir şey anlayamadığı için Habib Baba'nın dergâhına gidip, hadiseyi Habib
Baba'ya anlatmış. Habib Baba hocaya hiç bir şey söylemez. Kalkar şehrin
mezarlıklarına doğru yürür ve dirilen ölüyü orada bulur. Kendisine has bir
üslupla:
-
Seni beni Yaradan'ın hakkı için Erzurum'u bana bağışla, diyerek rica da bulunur.
Dirilmiş ölü, bir kabrin mezar taşına yapışarak:
- Habib! Habib! Erzurum'u yıkacağım cevap verir
Habib Baba tekrar teskin etmeye çalışırken o yine hiddetle çıkışmış ve mezar
taşını sallayarak:
- Vallahi yıkacaktım Erzurum'u Habib! Senin hatırın için bağışladım! der. O,
mezar taşını sallarken Erzurum da zelzele olmağa başlar ve orta şiddette bir
zelzele olur.
HUMA KUŞU TÜRKÜSÜ EFSANESİ
Huma kuşu adlı Erzurum yöremize ait olan uzun havamızın diğer türkülerde
olduğu gibi bir hikâyesi mevcuttur. Kendini Erzurum’a adamış büyüklerimizden
bizlere kalan bilgiler neticesinde hikâyemiz şöyledir.
Seferberlik ilan edilmiş ülkedeki tüm gençler okuyan okumayan tümü askere
çağrılmıştır. Erzurum’un Ilıca nahiyesine bağlı Tikkir (Çiğdemli) köyünde
Mustafa ve Gülbahar'ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Evlenmelerine
izin verilir ve evlenirler. Mustafa askere alınır. Gülbahar’ın iki gözü iki
çeşmedir ama yapacak bir şey yoktur. Vatan savunmasıdır. Mustafa gitmiştir ve
Gülbahar her sabah kalktığında bahçeye çıkar yavuklusunun yoluna uzun uzun
bakarak geleceği günü bekler. Bekler ama ne gelen var nede haber. Gülbahar’ın bu
durumu kaynanasını ve kayınbabasını çok üzmektedir. Gelin her geçen gün eriyip
gitmektedir. Huma kuşuna bir cennet kuşu da denir. Çok yükseklerde uçar ve bu
uçuşu günlerce sürer adeta bir haberci kuşu gibidir.
Mustafa’dan yıllarca haber gelmez. Ev halkı artık umutlarını kesmek üzeredir.
Kayınbabası gelinin her sabah yavuklusunun yolunu gözlemesini uçan kuşlardan
haber istemesine o kadar üzülür ki bu ağıtı yakar. Huma kuşu yuvasından
havalanan ve çok yükseklerde günlerce uçan bir kuştur. Mustafa’yı da Huma kuşuna
benzeterek ve yine Huma kuşunun çok yüksekte uçması haberci bir kuş olmasına
atıf ederek başlar söylemeye. Gülbaharın ağlaya ağlaya göz pınarları kurumuştur.
Kayınbabası bakın nasıl söylemiş.
Huma Kuşu Yükseklerden Seslenir
Yar Koynunda Bir Çift Suna Beslenir
Sen Ağlama Kirpiklerin Islanır
Ben Ağlim ki Belki Gönül Uslanır
Sen Bağ Olki Ben Bahçende Gül Olim
Layık mıdır Yanim Yanim Kül Olim
Sen Bey Olki Ben Kapında Kul Olim
Koy Desinler Buda Bunun Kuludur
ÇOBAN DEDE
Erzurum dağlarında sürülerini otlatan Çoban Dede ve
koyunları susuzluktan bunalmıştır.Koyunların halini gören Çoban Dede Tanrı’ya
yalvarır.:"Ya Rabbim,bu yerde soğuk bir su yarat da ben ve koyunlarım kana kana
içelim.Ondan sonra istersen canımı al."
Başını kaldırdığında bulunduğu yerde bir pınar akmaktadır.Koyunları da kendisi
de kana kana içer.Sonra da "Tanrım deyilmi ki sen beni duydun rahmet hazineni
benden asirgemedin,artık bu can bana lazım değildir.."der ve orada ölür.
Koyunlar da taş kesilir.Yöre de,bu suyun ,sürüler dağda iken aktığına ve sürüler
inince kesildiğine inanılır.Dağdaki ufak bir tümsek çobanın mezarını,çevrede ki
irili ufaklı taşlar da çobaının taş kesilmiş koyunları sayılır.Dağdaki
kavaklarında çobanın değneğinden türediğine inanılır.
Dün Gece Yar Hanesinde Türküsünün Hikayesi
Amman amman
Dün gece yar hanesinde
Yastığım bir taş idi
Altım çamur üstüm yağmur
Yine gönlüm hoş idi
Amman amman amman
Amman amman amman
Ben yandım seni bilmem
Amman amman amman
Amman amman amman
Bir dağ ne kadar yüce olsa
Dağ kenarı yol olur
Buna bayram gün derler
Dostla düşman bir olur
Amman amman amman
Amman amman amman
Ben yandım seni bilmem
Erzurum'da bir oğlan, kızın birine sevdalanır. Ama ne sevda? Oğlan aşkından
yanar tutuşur. Fakat kız oğlana yüz vermez. Çarşıda pazarda oğlan kızın peşinde
gezer durur deli divane. Günlerden bir gün kız oğlana hafif bir tebessüm eder ve
mendilini yere atar. Oğlanın içinde güller açar Erzurum'un ayazında, çiçekler
tomurcuklanır. Mendili alır, doyasıya koklar. Akşam olunca gider kızın evinin
bahçesine ve başlar bu türküyü söylemeye:
Dün gece har hanesinde yar bana yoldaş idi
Altım tiken üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi
Türküler bir sevdadır insanımız sevdasını aşkını eskilerde böyle dile
getiriyordu. Toktu o zaman bugünkü gibi görsel ve sesli iletişim araçları ancak
türkülerle şarkılarla manilerle dile getirebiliyordu.
SARI GELİN
Erzurum çarşı pazar
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
İçinde bir kız gezer
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Elinde divit kalem
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Katlime ferman yazar
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Palandöken yüce dağ
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Altı mor sümbüllü bağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Seni vermem yadlara
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin
Nice ki bu canım sağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu Erzurum coğrafyasında ortaya çıkmıştır.
Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer
kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama
gelen başka kelimelerle anmış ve tanımışlardır.
Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak
beyinin kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak beyinin kızına âşık olur
ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında Erzurum ve yöresinde
yaşamaktadır.
Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı
ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu
iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böyle bir şey yoktur. Sarı gelin
türküsünde Ermenice kelime yoktur.
Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlıyı ailesi kız ile evlenmesine karşı
çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşık olur ve aşkını şiirle mırıldanarak
söyler. Kız bey kızıdır zaten bey de kızını vermez bu delikanlıya.
Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmağa karar verir ve kaçırır. Kıpçak beyinin
adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve oğlanı
öldürürler. O günden beri halkımız arasında bu hikâye dilden dile dolaşır.
GELİN
GELDİ EFSANESİ
Bu efsane Ilıca
ilçemizde bulunan istasyon mevkiinde ki Gelin Geldi gölü ile ilgilidir.
Erzurum’a
giderken gerek karayolu gerekse tren yolu ile içinden geçtiğimiz çok şirin ve
turistik bir ilçemiz olan Ilıca çermikleri yani kaplıcaları ile meşhurdur.
İlçenin hemen her yerinden mutlaka bir sıcak su kaynağı çıkmaktadır. Bu
anlatacağımız hikâyede böyle bir kaynağın bulunduğu Ilıca istasyonundaki Gelin
Geldi gölünün ismi ile ilgilidir.
Ilıca
istasyonun bu günkü yerinde vaktiyle bir göl varmış. Zamanla kaybolan bu gölün
yerine şu anki istasyon inşa edilmiş. Göl de kaybolmamış fakat eskisine göre
nispeten küçük bir göl halindedir.
İşte bu gölün
adı ile ilgili çok güzel efsaneler anlatılır. Onlardan biri şöyledir;
Çevredeki
köylerden birinde güzel bir kız varmış. Bu kıza komşu köylerden bir delikanlı
âşık olur. Kızında gönlü delikanlıda. Durumlarını ailelerine açarlar. Bu iki
gencin evlendirilmesine karar verilir. Fakat araya delikanlının askerliği girer.
Kız ile delikanlı murat alıp vermemeden ayrı düşerler. Kız baba evinde delikanlı
asker ocağında kavuşacakları günü beklemeye başlarlar.
Bir gün köye
delikanlının şehit olduğuna dair bir haber gelir. Gelinlik giymeyi bekleyen genç
kız bu haber karşısında sarsılır. Ama elden ne gelir ki. Artık sevgilisi
ölmüştür. Ağlamanın sızlamanın bir faydası yoktur.
Kızın yeni
taliplileri olur. Babası bunlardan birine kızını verir. Düğün dernek kurulur.
Davullar vurulup zurnalar çalmaya başlar. Gelin alayı vakti gelince gelinin
atını çeker ve yola çıkarlar. Alay yolda bir gölünü kıyısına gelince bir müddet
dinlenmeye karar verilir. Atından inip gölün berrak sularına dalgın dalgın bakan
genç kızın aklı hep eski sevgilisindedir. Onu düşünmektedir. Gölün pırıl pırıl
sularına bakarken onu sanki suyun içindeymiş gibi görüverir. Hemen doğrulur.
Suya doğru koşmaya başlar. Suların sakin güzelliğini boza boza ilerler ve düğün
alayındakilerinin şaşkın bakışları altında gözden kaybolur. Kafiledekiler her an
gelinin sudan çıkacağını ümitle beklemeye başlarlar. Gölde görülen her hangi bir
değişiklik gelinin geldiğine yorulur ve bekleyenler “gelin geldi!” “gelin
geldi!” diye söylemeye başlarlar. Gölde meydana gelen su hareketleri bu; “gelin
geldi!” “gelin geldi!” diye söylenen sözlerle daha çok hareketlenir. Günümüzde
de bu hareketlenme yani gölde ki dalgalanmalar halen daha bu sözler üzerine
devam etmektedir. Gölün adı da < Gelin Geldi Gölü > olarak anılmaktadır.
Bir Kısa Hikaye
Erzurum'un büyük velisi İbrahim Hakkı (k.s.)
hazretlerini çocukken
İsmail Fakirullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması
için çocukluğunun mühim bir devresini Fakirullah hazretlerinin yanında geçiren
İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider,
doldururken oraya gelen bir atlı:
— Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak
atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını
mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini
kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri... Bu esnada at da üzerine
basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:
— Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can
havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası
sorar:
— Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
— Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.
— Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle, der.
İbrahim Hakkı hazretleri gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan
adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:
— Benim testimi niye kırdın zalim adam diyemez.
Dönüp geldiğinde hocası Fakirullah hazretleri sorar:
— Ona bir şeyler söyleyebildin mi?
— Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lakin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir
söz sarf edemedim! Hocası bağırır:
— Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et yoksa sonu
felaket
İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir
de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı, attığı çiftelerle çeşmenin
havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip, hocası İsmail Fakirullah
hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hale üzülür:
— Vah vah bir testiye bir adam. Üzüldüm buna doğrusu der.
Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük veli şöyle izah
eder. O atlı adam, İbrahim Hakkı'ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle
olsun mukabelede bulunmadı, zalimi Allah'a havale etti. Allah Teala'nın da
gayretine dokunup zalimi cezalandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne
karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi.
Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum,
maalesef muvaffak olamadım!
TORTUM
GÖLÜ EFSANESİ
Erzurum
Tortum ilçesinde bulunan Tortum Gölünün güzel bir efsanesi halk arasında şöyle
anlatılır..
Tortuma bağlı
Uzundere Hars (Uludağ) köyünden bir çoban sürüsünü otlatırken, kulağına gaipten
bir ses gelir...
--
Geliremmmmmm ...
Çoban
şaşırır, sağına soluna bakar, hiç kimseyi göremez. Kendi kendine vehimlendiğini
sanır. Akşama kadar bekler ve köyüne döner. Çoban ertesi gün yine aynı yerde
aynı sesi bir kere daha işitir. Yine kimsecikler yoktur. Bu hadise üçüncü günde
aynen tekrarlanınca çoban köyün büyüklerine konuyu açmak ister, konuşur.
İçlerinden gün görmüş bir yaşlı köylü çobana derki:
-- Evladım,
yarın da aynı sesi yine işitirsen, "Gel bakalım ne yapacaksın!" de bakalım ne
olacak...
Dördüncü gün
çoban ihtiyar köylünün dediğini yapar. Sesi işitir işitmez başlar bağırmaya:
-“Gel bakalım
gel bakalım ne yapacaksın...”
Çoban bu
sözleri söyler söylemez eteklerinde sürüsünü otardığı dağın yarısı kopar ve
aşağıdan akmakta olan Tortum Çayının önünü kapatır. Böylece bir tarafta göl
meydana gelir, diğer tarafta da kayalardan taşan su Tortum Şelalesini meydana
getirir.